|
|||||||||||||||||||||
Çağdaş insanın tanımında üçüncü tiyatroya giriş ve çağdaş insanın varlık nedeninin oluşmasında, geniş zamanlı tiyatro eğitimi - Özet -
Beklan Algan, Haluk Şevket Ataseven İnsanın 2500 yıllık düşünce tarihi içinde ulaştığı nokta, kendi yaşamsal gizlerini baş döndürücü bir hızla açığa çıkarma uğraşıdır. Artık günümüz insanı anlamıştır ki, evrensel insanın tek temel sorunu (Yabancılaşma) sorunudur. İnsan varlığında başlangıçtan beri var olan yabancılaşma, çağdaş insanda bir bilinç sorunu olarak gündeme gelmektedir. o halde çağdaş insanın tanımı, yabancılaşma kavramına, açıklık getirmekle anlam kazanacaktır. Yabancılaşma sorunu ortadan kaldırılabilir mi? Antikite'den günümüze kadar gelen çeşitli düşünce yaratımları içersinde, bu konuda odak noktası olan felsefeler çeşitli açıklamalar, çeşitli yaklaşımlarla sorunu soluklu bir biçimde irdelemişlerdir. Herakleitos'dan başlayıp İsa'ya, Hegel'e, Marx'a, eksistansiyalist'lere fenomenolog'lara kadar uzayan geniş bir düşünce alanıdır bu. Ne var ki bütün bu felsefi yaklaşımlar, toplumsal insan üzerine yoğunlaştırılan açıklamalar insanı yabancılaşmaktan kurtaramamıştır. Nitekim yabancılaşma kavramı doğrultusunda ortaya konan diyalektik kavramı sezgisel, zorlama ve spekülatif bir kavramdır. Bizler yabancılaşma kavramı yerine bütünleşememe kavramını öneriyoruz. İnsanın bütünleşememesini diyalektik kavramıyla çözümleyemediğimize göre de, diyalektik kavramı yerine (Homeoesthesis) kavramını öneriyoruz. Nedir Homeoesthesis kavramı? Homeoesthesis, (19 .Yüzyılda Claude Bernard'm ve 20. Yüzyılın ilk yıllarında Cannon un bilimsel nerofizyolojiye dayalı olarak öne sürdükleri kavram.) kısaca mikrokozmik sfer diye adlandırdığımız canlı varlığın, makrokozmik sfer'le ilişkilerini düzenleyen biyolojik bir yasadır. Burada amaç canlı varlığın bütünlüğünü sağlamaktır. Çünkü insan bütünlenemeyen bir varlıktır. Oysa Homeoesthesis kavramına göre canlı varlığın yaşaması için, onu meydana getiren öğeler arasında bütünlük olması gerekir. İşte insan, bütünlüğünü bozan, iç ve dış dünyadan gelen olumsuzlukları, dolayısıyla bütünleşememeyi, ortadan kaldırmak için yaratma eylemiyle yüklü olmak zorundadır. İnsanın yabancılaşmaktan kurtulması ancak yaratma eyleminin içine girmesiyle mümkündür. Kısa ve kaba hatlarıyla çizmeye çalıştığımız bu yaklaşım, çağdaş insanın sanat gereksinimlerinin de yeniden gözden geçirilmesini gündeme getirmektedir. Çünkü gerçek sanatın, onun doğal yapısında bir töz olarak var olan yaratıcı dinamizmi, insanı bütünle şememekten kurtaran bir güçtür. Bu gücün insan varlısında somutlanmış görüntüsü ise daha çok tiyatro sanatında kendini belirlemektedir. Tarihin bir döneminden sonra tiyatro sanatı ipin ucunu kaçırmıştır. Bu da kent devlet'le başlayıp daha sonraları günümüze kadar gelen burjuva ahlakının tek boyuta, yazılı dil'e- indirgediği tiyatro anlayışıdır. Oysa tarih öncesi insanının doğa ile bütünleşmiş organizmasının, kendisi ile doğa arasındaki yalın etkileşiminde her zaman estetik bir bütünlük oluşmuştur. İnsan türünün doğal yapısından kaynaklanan bu estetik bütünlük, ilk insanda bütünleşememenin sınırlarını, 'mikrokozmik sfer'le, 'makrokozmik sfer'in sağlıklı işlemesiyle en aza indirmiştir. İlk insandaki bu doğal yaşam biçimi, onun günlük gereksinimlerine eylemin şiirini de katmıştır. Bu da kendi türünde Homoestetik bir yapı taşıyan uyumlu insan eyleminin gerçek kimliyidir. o halde bu görüntü, ya da kendinden tiyatro, insan eyleminin tarihsel macerasının başlangıcı, ya da daha açık bir tanımlamayla birinci Tiyatrodur. Ne varki kent-devlet'in oluşumu, insanın doğa ile olan uyumunu bozmuştur. Bir kavrama eylemsel deneyle ulaşan insan, bu kez aynı yere mantıksal bir incelemeyle ulaşmaya çalışmıştır. Bu da bir yerde sözlü dilin yerini yazılı dile bırakmasına neden olmuştur. Artık toplumsallaşan insan yazılı dil aracılığıyla - yasaların dilini- yaratarak, günümüzde de vazgeçemediği ve kendi yaşamsal düzenine yön veren toplumsal otoriteyi yeni düzenin başına getirmiştir. Tiyatroda görsel dilin kendine özgü bütün yaratıcı özelliklerinin yerini yazılı dilin alması böylece başlar. Ve doğa ile insanın çatışma ve etkileşiminin arasına, yazılı dilin saltanatıyla giren toplumsal otorite bütünlenemeyen insanın parçalanmışlığını daha da hızlandırmıştır. Bu insan-toplum çatışmasının arasında kalıp bunalan tiyatro sanatı - ya da insan - bunalımının gitgide artan boyutlarını tiyatro sanatını yazılı dilin emrine vererek gerçek kaynağından saptırmıştır. İnsan eyleminin tarihsel macerası içinde ikinci tiyatro olarak adlandırabileceğimiz burjuva ahlakının yazılı dile aktararak ortaya çıkardığı bu tiyatro anlayışı, aslında tümden yabancılaşmaların tiyatrosu'dur. İnsanı mikrokozmik sfer içinde, yalnızca dikey bir çizgide, yaratıcılığını sınırlayarak, bütünleşememenin korkusunu günlük yaşamına ekleyerek kullanmıştır.
Oysa yazımızın başında belirlediğimiz gibi Homeoesthesis kavramına göre canlı var- lığın yaşaması için onu meydana getiren öğeler arasında bütünlük olması gerekir- Artık ikinci tiyatroca mikrokozmik sfer'in dikey çizgisine, onun yazılı dile dayanan tek boyutuna karşı, makrokozmik sfer'in yatay çizgisini katarak insanı bütünleyecek yaratıcı gücü devreye sokmak gerekmektedir. Bu da üçüncü tiyatronun anahtarı olabilecek bir durumu, yani insan potansiyelinin yaratma sürecini yansıtmakla gerçekleşebilecektir. Bu oluşumun neresinden bakarsak bakalım üçüncü tiyatro, burjuva ahlakının yarattığı tiyatro anlayışının yerleşik değerlerini de ister istemez ters yüz etmektedir. Günlük yaşam, süreç içinde tasarlanmış durumların oyunu ise, tiyatro asla yaşamın taklidi değildir. Bireyin bütünleşememesini ortadan kaldıracak yaratma potansiyelini, her durumda işler kılacak görsel bir dildir. Yazılı dil - oyun yazarı - birey toplum çatışmasının meydana getirdiği olaylar dizisinin tanığı olarak devreye girer ve sözlü dilin yaratıcılığını, ele aldığı konunun içine kilitliyerek onu bırakır.
Oysa yazılı dilin getirmiş olduğu olay, sahnede sözlü dile dönüştüğü anda artık başka bir olaydır. Ne var ki yaratıcı potansiyelin süreç içinde getirmiş olduğu görsel dil, yaratıcılık anında kendi sözlü dilinde birlikte var etmelidir. Bu durumda ikinci tiyatronun önemle üzerinde durduğu karakter yaratmak boşlukta kalmaktadır. Karakter, toplumsal otoritenin yazılı dil aracılığıyla ortaya getirdiği yasa dilinin koymuş olduğu ilkelere bağlı olan ve değişmeyen bir yapıdır. Kendi içinde değiştiği halde, yasadığı topluma karşı değişmez görünmenin hastalığını da içinde taşımaktadır. Yine bir başka boyutta tiyatro artık bir eğlence değildir. Çünkü yaratıcılığın eğlenceye, gülüp ağlamakla hiç bir ilgisi yoktur. Bu durumda üçüncü tiyatro, bir ticari meta olma özelliğinden uzaklaşmaktadır. İkinci tiyatroda gişe-oyun-oyuncu-seyirci (kare göstergenin) yerini, yönetmen-oyuncu-seyirci-yaratım (kare göstergesi) almaktadır. Üçüncü tiyatroda yazılı olayların yerini yaratıcı durumlar aldığı için, ister istemez üçüncü tiyatro toplumu yaratıcı bilinç yapısına oturtan bir eğitim ve kültür olayı olarak karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü tiyatro bir bilinç araştırmasıdır ve kendi varlığını var edene kadar, yaratıcı deneylere açık alanlarda, insanın bağımlı koşullanmışlığının yazgısını kırmaya çalışacaktır. Bir bakıma çağdaş insanın varlık nedeninin oluşmasında asıl etkin olacak öğe, ondaki algısal değişimdir. Bu değişim elbette sanatın alışılmış anlamlarını da değiştirecektir. Öyle sanıyoruz ki bu yaratıcı süreç, insanın insanlaşmasını gerçekleştirecek bir süreç olacaktır. özellikle, değişen tiyatro sanatının varlık alanı diğer bütün sanatların varlık alanlarının yeniden araştırılmasını gerektirecektir. Daha sonra tiyatronun varlık tabakalarını meydana getiren bu sanatlar - özellikle görsel sanatlar ve müzik - birbirlerinden çok farklı biçimlenmiş bir çokluğun üst üste gelmesiyle bir başka birlik kazanacaklardır. Bu da tiyatro sanatını dar zamanlı bir eğitim koşullanmışlığından, geniş zamanlı bir eğitim anlayışının özgürlüğüne kavuşturacaktır. |
TAL (Tiyatro
Araştırma Laboratuarı) 2011
www.tal.org.tr
info@tal.org.tr