TAL AMACI VE KİMLİĞİ   AHMET CEMAL KÜLTÜRVE KÜLTÜREL KİMLİK
     

TİYATRO ARAŞTIRMA LABORATUARI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

  EROL KESKİN - LABORANT YAZISI
     
TÜRK TİYATROSU VE TAL ÜZERİNE BİLDİRİ   ÜÇÜNCÜ TİYATROYA GİRİŞ GENİŞ ZAMANLI EĞİTİM
     
    YILDIZ CIBIROĞLU BAYKARA

 

 

 

Çağdaş insanın tanımında üçüncü tiyatroya giriş ve çağdaş insanın varlık nedeninin oluşmasında, geniş  zamanlı tiyatro eğitimi

                                          - Özet -

                                                                                           

                                                                                Beklan  Algan, Haluk  Şevket Ataseven

İnsanın  2500 yıllık  düşünce   tarihi  içinde ulaştığı nokta, kendi yaşamsal   gizlerini baş döndürücü bir hızla açığa  çıkarma uğraşıdır.  Artık günümüz  insanı anlamıştır ki, evrensel  insanın  tek   temel  sorunu   (Yabancılaşma)   sorunudur. İnsan varlığında başlangıç­tan beri  var olan yabancılaşma, çağdaş insanda bir bilinç   sorunu  olarak gündeme gelmekte­dir. o halde  çağdaş insanın  tanımı, yabancılaşma kavramına, açıklık  getirmekle anlam  kazanacaktır.

Yabancılaşma sorunu ortadan kaldırılabilir mi? 

Antikite'den günümüze kadar gelen çeşitli  düşünce yaratımları içersinde, bu konuda odak noktası  olan felsefeler çeşitli  açıklamalar, çeşitli yaklaşımlarla sorunu soluklu bir biçimde irdelemişlerdir. Herakleitos'dan başlayıp İsa'ya, Hegel'e, Marx'a, eksistansiyalist'lere fenomenolog'lara kadar uzayan  geniş bir düşünce  alanıdır bu.

Ne var ki bütün bu felsefi yaklaşımlar, toplumsal insan üzerine yoğunlaştırılan açıklamalar insanı yabancılaşmaktan kurtaramamıştır. Nitekim yabancılaşma kavramı doğ­rultusunda ortaya konan diyalektik kavramı  sezgisel, zorlama ve  spekülatif bir kavramdır.

Bizler yabancılaşma kavramı yerine bütünleşememe kavramını öneriyoruz.   İnsanın bütünleşememesini  diyalektik  kavramıyla çözümleyemediğimize  göre  de, diyalektik kavramı yerine (Homeoesthesis) kavramını öneriyoruz. Nedir Homeoesthesis  kavramı?

Homeoesthesis, (19 .Yüzyılda  Claude Bernard'm ve   20.  Yüzyılın ilk yıllarında  Cannon un bilimsel  nerofizyolojiye  dayalı olarak  öne  sürdükleri  kavram.)   kısaca mikrokozmik sfer diye adlandırdığımız canlı varlığın, makrokozmik sfer'le ilişkilerini düzenleyen biyolojik bir yasadır.  Burada amaç  canlı varlığın bütünlüğünü sağlamaktır. Çünkü  insan bütünlenemeyen bir varlıktır.   Oysa Homeoesthesis  kavramına göre canlı varlığın yaşaması için, onu meydana  getiren  öğeler arasında bütünlük olması  gerekir.  İşte insan, bütünlüğünü bozan, iç  ve  dış dünyadan  gelen olumsuzlukları, dolayısıyla bütünleşememeyi, ortadan kaldırmak için yaratma eylemiyle yüklü olmak  zorundadır.  İnsanın yabancılaşmak­tan kurtulması  ancak yaratma  eyleminin  içine  girmesiyle  mümkündür.

Kısa ve kaba hatlarıyla çizmeye  çalıştığımız bu yaklaşım, çağdaş insanın sanat  gereksinimlerinin de yeniden gözden geçirilmesini  gündeme getirmektedir.   Çünkü  gerçek sanatın, onun doğal yapısında bir töz  olarak var olan yaratıcı  dinamizmi, insanı bütünle şememekten kurtaran bir güçtür.

Bu gücün insan varlısında somutlanmış görüntüsü ise  daha çok   tiyatro  sanatında kendini  belirlemektedir.

Tarihin bir döneminden sonra tiyatro sanatı ipin ucunu kaçırmıştır. Bu da kent devlet'le başlayıp daha sonraları günümüze kadar gelen burjuva ahlakının tek boyuta, yazılı  dil'e- indirgediği   tiyatro  anlayışıdır.

Oysa  tarih öncesi   insanının doğa ile bütünleşmiş organizmasının, kendisi  ile  doğa arasındaki yalın etkileşiminde her zaman  estetik bir bütünlük  oluşmuştur.   İnsan  türü­nün doğal  yapısından kaynaklanan bu  estetik bütünlük, ilk  insanda bütünleşememenin sınır­larını, 'mikrokozmik  sfer'le, 'makrokozmik  sfer'in sağlıklı işlemesiyle  en aza indirmiştir. İlk insandaki  bu doğal  yaşam biçimi, onun günlük  gereksinimlerine  eylemin  şiirini de kat­mıştır. Bu da kendi   türünde  Homoestetik bir yapı  taşıyan uyumlu insan  eyleminin gerçek kimliyidir.  o halde bu  görüntü, ya da kendinden  tiyatro, insan  eyleminin   tarihsel macera­sının başlangıcı, ya da daha açık bir  tanımlamayla birinci Tiyatrodur.

Ne varki  kent-devlet'in oluşumu, insanın doğa ile  olan uyumunu bozmuştur. Bir kavrama eylemsel  deneyle ulaşan  insan, bu kez aynı yere mantıksal bir incelemeyle ulaşmaya çalışmıştır.  Bu da bir yerde  sözlü  dilin yerini yazılı dile bırakmasına neden olmuştur. Artık  toplumsallaşan  insan yazılı  dil   aracılığıyla - yasaların  dilini- yara­tarak, günümüzde de vazgeçemediği ve kendi yaşamsal  düzenine yön veren  toplumsal otori­teyi yeni  düzenin başına getirmiştir.

Tiyatroda görsel  dilin kendine  özgü bütün yaratıcı  özelliklerinin yerini yazılı dilin alması böylece başlar.  Ve  doğa ile  insanın çatışma ve  etkileşiminin arasına, yazı­lı  dilin  saltanatıyla giren  toplumsal  otorite bütünlenemeyen insanın  parçalanmışlığını daha da hızlandırmıştır. Bu insan-toplum çatışmasının  arasında kalıp bunalan  tiyatro sanatı - ya da insan - bunalımının  gitgide  artan boyutlarını   tiyatro   sanatını yazılı dilin  emrine vererek gerçek  kaynağından  saptırmıştır.  İnsan  eyleminin  tarihsel macera­sı içinde ikinci   tiyatro   olarak adlandırabileceğimiz  burjuva ahlakının yazılı  dile akta­rarak ortaya çıkardığı bu  tiyatro  anlayışı, aslında  tümden yabancılaşmaların  tiyatrosu'dur.  İnsanı mikrokozmik  sfer içinde, yalnızca dikey bir çizgide, yaratıcılığını sınırla­yarak, bütünleşememenin  korkusunu günlük yaşamına  ekleyerek kullanmıştır.

 

Oysa yazımızın başında belirlediğimiz  gibi  Homeoesthesis   kavramına göre canlı var-

lığın yaşaması için onu meydana getiren  öğeler arasında bütünlük olması  gerekir-

Artık  ikinci   tiyatroca mikrokozmik  sfer'in dikey çizgisine, onun yazılı  dile daya­nan  tek boyutuna karşı, makrokozmik sfer'in yatay çizgisini katarak insanı bütünleyecek yaratıcı  gücü devreye  sokmak  gerekmektedir.  Bu da üçüncü  tiyatronun anahtarı olabilecek bir durumu, yani insan  potansiyelinin yaratma sürecini yansıtmakla gerçekleşebilecektir. Bu oluşumun neresinden bakarsak bakalım üçüncü  tiyatro, burjuva ahlakının yarattığı tiyatro anlayışının yerleşik değerlerini de ister istemez  ters yüz etmektedir.

Günlük yaşam, süreç içinde  tasarlanmış  durumların  oyunu  ise, tiyatro   asla yaşamın taklidi  değildir.  Bireyin bütünleşememesini  ortadan kaldıracak yaratma potansiyelini, her durumda işler kılacak görsel  bir dildir.

Yazılı dil - oyun yazarı - birey toplum çatışmasının meydana getirdiği olaylar dizisinin tanığı olarak devreye girer ve sözlü dilin yaratıcılığını, ele aldığı konunun içine kilitliyerek onu bırakır.

 

Oysa yazılı dilin  getirmiş olduğu olay, sahnede  sözlü dile dönüştüğü anda artık başka bir olaydır.  Ne var ki yaratıcı  potansiyelin süreç içinde getirmiş olduğu görsel dil, yaratıcılık anında kendi  sözlü dilinde birlikte var etmelidir.

Bu durumda ikinci  tiyatronun önemle üzerinde durduğu karakter yaratmak boşlukta kalmaktadır.  Karakter, toplumsal otoritenin yazılı dil  aracılığıyla ortaya getirdiği yasa dilinin koymuş  olduğu ilkelere bağlı olan ve değişmeyen bir yapı­dır.  Kendi  içinde  değiştiği halde, yasadığı  topluma karşı  değişmez  görünmenin hastalığı­nı da içinde  taşımaktadır.

Yine bir başka boyutta tiyatro artık bir eğlence  değildir.  Çünkü yaratıcılığın eğlenceye, gülüp ağlamakla hiç  bir ilgisi yoktur.

Bu durumda üçüncü  tiyatro, bir  ticari meta olma özelliğinden uzaklaşmaktadır.  İkin­ci  tiyatroda gişe-oyun-oyuncu-seyirci   (kare göstergenin) yerini, yönetmen-oyuncu-seyirci-yaratım  (kare göstergesi)  almaktadır.

Üçüncü  tiyatroda yazılı  olayların yerini yaratıcı durumlar aldığı için, ister iste­mez üçüncü  tiyatro  toplumu yaratıcı bilinç yapısına oturtan bir eğitim ve kültür olayı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Üçüncü tiyatro bir bilinç araştırmasıdır ve kendi varlığını var edene kadar, yara­tıcı deneylere açık alanlarda, insanın bağımlı koşullanmışlığının yazgısını kırmaya ça­lışacaktır.

Bir bakıma çağdaş insanın varlık nedeninin oluşmasında asıl  etkin olacak öğe, onda­ki   algısal   değişimdir.  Bu değişim  elbette  sanatın alışılmış anlamlarını da değiştirecektir. Öyle  sanıyoruz ki bu yaratıcı süreç, insanın  insanlaşmasını gerçekleştirecek bir süreç  olacaktır.

özellikle, değişen  tiyatro   sanatının varlık alanı  diğer bütün sanatların varlık alanlarının yeniden araştırılmasını  gerektirecektir. Daha sonra  tiyatronun varlık  taba­kalarını meydana getiren bu sanatlar - özellikle görsel  sanatlar ve müzik - birbirlerin­den çok  farklı biçimlenmiş bir çokluğun üst  üste  gelmesiyle bir başka birlik  kazanacak­lardır.  Bu da   tiyatro   sanatını dar  zamanlı bir eğitim koşullanmışlığından, geniş  zamanlı bir eğitim anlayışının özgürlüğüne kavuşturacaktır.


TAL (Tiyatro Araştırma Laboratuarı
) 2011
www.tal.org.tr info@tal.org.tr